14 Ekim 2012 Pazar






Kuantum nedir?

Kuantumun kelime anlamı miktardır. Kuantum sözlük anlamı olarak "Bir dalganın olası değerlerinin alt değer kümelerinden biri" anlamın taşır. İngilizce'de "Quantum", Latince'de "Quantus" olarak kullanılan kuantum, atom düzeyindeki, hatta atomdan daha küçük parçacıkların fizik kurallarını tanımlamakta kullanılır.

Kuantum Teorisi Nedir?
Kuantum teorisi atomik olaylardaki enerjiyi açıklamaya yarayan bir fizik teorisidir. Kuantum teorisi bilim tarihindeki en çok tartışmaya yol açan teorilerin başında gelir.

Kuantum kuramının temel fikirlerini önce1900 yılında Max Planck ortaya attı;ama sonraki açıklama ve matematik formülasyonlarda Einstein, Bohr, Schrödinger, Louis de Broglie, Heisenberg,Born ve Dirac'ın da aralarında bulunduğu çok sayıda bilim adamı rol oynadı. Kuantum kuramının keşfinin öyküsü, 1900 yılında  ilk adım olarak Max Planck (1858-1947) 'ın siyah cisim ışıma yasasını bulmasıyla başladı. Cisimler,bazen termik ışıma  da denen bir ışıma yayar. Bu ışımanın özellikleri, cismin sıcaklığına bağlıdır. Düşük sıcaklıklarda termik ışımanın dalga boyları,esas olarak kızılötesi bölgededir ve bu nedenle gözle görülmez.  Cismin sıcaklığı yükseltilince,kızarmaya başlar. Sıcaklık daha da yükseltilirse,bir ampulün içindeki tungsten telin parlaması gibi, cisim beyazlaşır,akkor haline gelir. Termik ışımanın ayrıntılı bir incelemesi, tayfın(spektrumun),kızıl ötesi, görünür bölge ve morötesi dalga boylarının sürekli bir dağılımından oluştuğunu gösterir. Kırmızı ışığın fotonlarının frekansı,mor ışığınkilerin yaklaşık yarısı kadardır.19. yy sonlarına doğru,termik ışımayı açıklamakta sorunlar görüldü. Temel sorun da bir siyah cisimden yayınlanan ısı(termik) ışımanın dalga boylarının gözlenen dağılımının açıklanmasıydı. anım olarak siyah cisim,üzerine düşen tüm ışımayı(radyasyonu) soğuran ideal bir sistemdir. Bu da örneğin oyuk bir cismin içi ya da kovuğudur. Işıma,bu kovuğun duvarlarından yayılır. Klasik fiziğe göre,kovuğun duvarlarındaki atomlar,tüm dalga boylarında elektromanyetik dalgalar yayan bir titreşimler topluluğu olarak düşünülür. Belli bir sıcaklıkta dalga boyu ile ışık şiddeti ilişkisi büyük dalga boylarında kuramsal ve deneysel öngörülere uyduğu halde, dalga boyu  kısaldıkça,ışık şiddetinin  sonsuza doğru gitmesi gibi bir sonuçla karşılaşılıyordu. Hesaplar, çok uzak morötesinde aşırı derecede ışınım salınımı olması gerektiğini gösteriyordu. Bu çelişkiye mor ötesi felaket adı verilmişti. Kuşkusuz olup biten bu değildi,şu oluyordu: Işınım şiddeti belirli tipik bir dalga boyunda daha büyük ve daha küçük değerlerde sıfıra doğru yaklaşıyordu.

Bir de klasik kurama göre tüm dalga boyları olanaklı olduğu için sonsuz bir toplam enerji yoğunluğu öngörülüyordu. Elbette, elektromanyetik alanda sonsuz bir enerji,fiziksel olarak olanaklı değildir. Fizikçiler,önceleri Planck’ın  kuantum fikrini- doğanın  kesintili bir özelliği olduğu fikrini- klasik Newton fiziği içine yerleştirme çabası güttüler. Max Planck,siyah cisim ışıması üzerine çalışmasında  fiziğe atomik süreçlerde kesintililik miktarının bir ölçüsü olan ‘h’ olarak simgelenen yeni bir değişmez(sabit) getirdi. 1900'de, Planck çalışmasını yaptığında fizikçiler atomların toplam enerji olarak bir değere sahip olabileceğini düşünüyorlardı-enerji sürekli olarak değişkendi. Fakat Planck’ın kuantum önermesi, enerji değişiminin kuantlaşmış olduğu (niceliği olduğu ) anlamına geliyordu. Bir kuantum enerjisinin getirilişi klasik fizikte hiçbir temele sahip değildiyse de, henüz, yeni kuramın klasik kavramlardan köklü bir kopmayı gerektirdiği açık değildi. Belirttiğim gibi kuramsal fizikçiler,bu kavramı klasik fizikle uzlaştırmaya çalışıyorlardı
   Max Planck, o zaman "morötesi felaket" denen  bir zorluğa çözüm yolu olarak bir öneri getirdi. Planck, enerjinin eş dağılım yasasında öngörülen tek bir titreşim modunun alabileceği enerji miktarının belli bir değerden az olamayacağını kabul ederek çelişkinin önlenebileceğini önerdi. Işınımın belli büyüklükteki paketler halinde yayıldığını ileri sürdü. Planck, siyah cisim ışınımı için,tüm dalga boylarında deneyle tam bir uyuşma halinde olan bir formül buldu. Enerji dağılım eğrilerinin, sıcak cisimlerin deney emisyon eğrisine uydurulabilmesi için bu en küçük ışınım enerjisinin kabul edilmesi gerektiğini kanıtladı.
   E= hf (Planck sabiti çarpı ışığın frekansı)
   Burada E, bir paketin (fotonun) enerjisini;n, ışığın frekansını; h ise Doğa'nın yeni ve temel bir sabitini (Planck sabitini) gösteriyor. Kuantum sabiti de denenPlanck sabiti(h) 'nin sayısal değeri pek küçüktür(santimetre-gram- saniye birimlerinde on üzeri eksi yirmi yedi veya Joule. saniye birimiyle 6.626x10-34 ) 60 Watt' lık bir elektrik ampulü, saniyede on üzeri yirmi iki(1022) adet ışık fotonu yayar. Buna göre ışınım yayan,titreşen moleküller kesikli birimlere sahip olabilir. Planck'ın kuramındaki ana unsur, kuantlaşmış enerji düzeyleri gibi köklü bir varsayımdır. Moleküller,foton denen ışık enerjisinin kesikli birimleri cinsinden enerji yayar ya da soğurur. Onlar bunu,bir kuantum düzeyinden diğerine sıçrayarak yapar. Ardışık iki kuantum düzeyi arasında enerji farkı bir fotonun enerjisine karşılıktır.

Planck'ın çalışmasının,matematiksel işlemlerden daha fazlasını içerdiğini vurgulamalıyız.  Gerçekten Planck,siyah cisim dağılım eğrisini çıkarmak için altı yıldan fazla uğraş verdi.  Yayınlama problemi  ile ilgili çalışmaları için "mutlak bir şeyler gösterir ve tüm bilimsel çalışmalarımın en yüce amacı olarak daima mutlağı aramaya çalıştığım için büyük bir şevkle çalışmaya koyuldum" demiştir. Bu çalışma,formülün fiziksel bir açıklamasını araştırmak ve kuantum kavramını klasik kuram ile uzlaştırmak için yaşamının büyük bir kısmını aldı.  Bilim adamlarının önemli bir kesimi, tutucu devrimcilerdir. Deneysel kanıt ya da mantıksal ve kavramsal sorunlar onları yeni, bazen devrimci bir görüş açısına zorlayana kadar, denenip test edilmiş ilkelerden vazgeçmezler. Bu türlü tutuculuk, sorgulamanın kritik yapısının çekirdeğinde bulunur. Kuantum kuramının  öncülerinden Werner Heisenberg (1901-1976) “Modern kuram, doğrusunu söylemek gerekirse, gerçek bilimlere dışarıdan getirilen devrimci fikirlerden çıkmamıştır. Tersine, devrimci fikirler, klasik fiziğin programını tutarlı şekilde yürütmeye çalışan araştırmaya zorla girmişlerdir- onun doğasından çıkmışlardır. demiştir.  Yani eski kuantum kuramı, kuantumu klasik fizikle uzlaştıracak bir programı temsil etmiştir.



Kuantumu anlamaya çalışmak üzerine denemeler (1)

1. Temelde kuantum denen şey aynı anda hem dalga hem parçacıktır.
2. Fakat ölçmeye veya gözlemlemeye kalkarsanız ya dalgayı ya da parçacığı bulursunuz. İkisi aynı anda saptanamazlar!
3. Dalga ve parçacığı aynı anda net bir şekilde saptayamama durumu, Heisenberg’in ünlü belirsizlik İlkesinin özüdür.

Bu olgu, tıpkı koca bir kazan çorba içindeki şeyler gibi, hiçbir şeyin sabit ve tam ölçülemediği, belirsiz sanki hayaletvari, kolay kolay anlaşılamayacak olma olgusunu Newtoncu determinizmdeki her şeyin sabit, belirli ve ölçülebilir olma olgusunun yerine koymuştur. 

4. Bu durumda ya elektron parçacık konumundaysa onun kesin durumunu, ya da dalga konumundaysa momentumunu (hızını) ölçebiliriz. Gerçeklikle ilgili her şey bir olasılıktır ve öyle kalmaya da mahkumdur.

Örnek: Dalgınlık anlarımızda birbirine bağlı birçok his bazen görüntü oluşur, bunların ayırımına varamayız, öylesine geçerler. Gözümüz dalmıştır sanki. Bir düşünceye odaklandığımızda ise yalnızca o düşünce oluruz. Bir yandan düşünüp bir yandan dalmamız mümkün değildir. Düşünmeye başladığımız anda dalga hareketi çöküşe uğrar.


5. Elektronların çoğu ve atomaltı varlıklar ne tam anlamıyla parçacık, ne de dalgadırlar. Onlara daha muğlak bir karışımla “dalga paketi” diyebiliriz.
6. “Tamamlayıcılık Prensibi”, varlığın iki türlü tanımı da birbirini tamamlar ve “tek bir paketten” çıkmış olur. Temel varlığın şu ya da bu şekilde görülmesi koşulların tümüne bağlıdır. (Herhangi birinin o varlığa bakıyor olup olmadığı, ne zaman ve niçin baktığı gibi koşullar) 

Sir W.Bragg, “Temel parçacıklar, pazartesi, çarşamba ve cumaları dalga, Salı, Perşembe ve cumartesileri parçacık gibi görünüyorlar” diyerek şaşkınlığımızı şakaya tahvil ediyor.

7. Hem dalga hem de parçacık aynı derecede varlığın temel unsurudur; yani her biri maddenin beliriş yollarından biridir ve maddeyi birlikte oluşturur.
8. Kuantum kuramı; hareketi, kesintiye uğramış bir dizi sıçrama diye tanımlar. Bu onun fizikte yapmış olduğu en belirgin kavramsal değişikliktir. Max Planck, tüm enerjinin bir spektrum içinde akımlar halinde sürekli akmayıp, “kuanta” denilen paketler içinde ışınlar yaydığını buldu. Niels Bohr ise elektronların, süreksiz kuantum sıçramaları şeklinde bir enerji durumundan diğerine atladıklarını gösterdi.

Film şeridindeki karelerin sunuluşundaki ardı ardına sıralanış, yukarıdaki ifadeyi andırmaktadır. Atomaltı parçacıklar belki daha doğal gelen bir sıralanış içindeki planı yok sayıp 2-3 sonraki kareye sıçrıyor olabilirler.

9. Bu kesintili yolda “gerçekliğin” sabit bir edimsellikten değil, bilebileceğimiz bir takım edimsellik olasılıklarından ibaret olduğu dünyada, bir parçacığın hareketini ne kadar derinden incelerseniz o denli anlaşılması zor hale gelir. “Anlaşılmazlık” kuantum hareketinin en büyük sorunudur; daha büyük sorun ise bütün o kayıp olasılıkların nereye gittiğidir!

10. Doğanın türlü olasılıklarından biri hangi aşamada ve niçin , kendini “gerçek şeyler” dünyasında sabitler?
Olasılık dalgası görünümündeki bir elektron bir yörüngeden diğerine geçmeye niyetlendiğinde, gelecekteki durağanlığına yönelik, sonunda yerleşebilme olasılığı olan tüm yörüngelerin nabzını aynı anda ölçer!
Bu yoklama mahiyetinde etrafa gönderilen dokungaçlara sanal geçişler denir. Elektronun sonunda geçtiği kalıcı evine ise "gerçek geçiş" deniyor.

11. “Sanal geçişler” enerji tutmazlar ve bu yüzden de enerjiyi daha ileri gitmeden tersine çevirirler. (Yukarıda dokuzuncu maddedeki “bütün kayıp olasılıklar” tanımı sanal geçişler için kullanılan bir ifade.)
12. “Çok dünya” kavramı, her birinde bir versiyonumuzu bulabileceğimizi ve bu farklı versiyonların farklı olaylar zincirinin gelişmesini sağladığını öne sürer. “hiçbir kayıp olasılık yoktur!” Bunun izlerini evrimin mucizevi ilerleyişinde görebiliriz. Az ömürlü iki mutasyon uzun ömürlü (asıl geçiş) bir melez oluşturabilir. Biz insanlar büyük bir olasılıkla böyle iki “sanal türün” melez birleşmesinden oluştuk.
13. Eğer tüm potansiyel şeyler tüm yönlere doğru sonsuz olarak uzanıyorsa bunlar arasında bir ayrılık olabilir mi? Bütün şeyler ve bütün anlar her noktada birbirleriyle temas halindeler; “tüm bu sistemin BİRliği onu mükemmel kılmıştır. Parça bütünde ve bütün her bir parçadadır. Zaman ve mesafeler anlam yitirirler. Kuantum şu ana kadarki en büyük kavramsal meydan okumadır.
14. Gözlemlenmemiş kuantum olayı, gözlemlenmiş olandan tamamıyla farklıdır. Schrödinger’in Kedisi; Gözlenmeden önce dar iki yarıktan aynı anda gizemli bir biçimde geçmeyi başaran görünmeyen foton ışınları, biz gözlemlediğimizde ya birinden ya ötekinden geçmeyi seçerler ve biz bakarak kediyi öldürürüz!
Kısaca, sonsuz ve çok olasılıklı kuantum dalga fonksiyonu görüldüğü (ya da kaydedildiği) anda tek ve sabit bir gerçeklik olarak çözünür. Biz baktığımızda dalga fonksiyonu neden çöker? (cevabı fizikçiler tarafından şimdilik bilinmiyor!)
15. Kuantum fiziğinde bir şeyin varlığının onun tüm çevresine bağlı olma durumuna “bağlamsallık” denir. “Durum içindeki hakikat!”
16. Gözlemci, gerçeği yaratmaz. Dalga fonksiyonu içinde zaten var olan bir olasılığa “somut bir şekil” verir. Görünür hale getirir.
17. Yeni fizikte ifade edilen temel gerçekliğin davranış biçimiyle ilgili bir şey, bizden neredeyse tüm bilinç sorunsalını gözden geçirmemizi talep eder. Ve bu yalnızca kendimizle ilgili değil evrendeki tüm şeyleri kapsamalıdır.
18. “Ya insan biricik değilse?” Bilinçli oluşumuzu evrendeki diğer şeyler ve yaratıklarla, belki de evrenin kendisiyle paylaşıyorsak?
Acaba biz insan varlıklar bildik Batı geleneğinin ileri sürdüğü gibi diğer bütün şeylerden farklı mıyız yoksa bizim bilincimiz evrendeki diğer şeylere/şeylerle süreklilik mi kazandırıyor/kazanıyor?
Oysa gerçeklik hem dalgaları (ilişki) hem de parçacıkları (bireysellik) kapsar.
19. David Bohm’a göre; bir noktaya yoğunlaşmış düşünce, elektronun parçacık yönü, ilham ise dalga yönü gibidir, ikisini aynı anda deneyimleyemeyiz.
20. “Bose-Einstein Yoğunluğu”: Belli bir çizginin üstünde enerji pompalanan moleküllerin birlik içinde titreşim yaydıklarını göstermiştir. Kendilerini olabilecek en düzenli yoğun dönem konumuna sokuncaya kadar devam ederler.
21. Bose-Einstein Yoğunluğu’nun en önemli özelliği; düzenli bir sistem oluşturan parçaların yalnızca bir bütün olarak davranmaları değil “bir bütün oluşturmalarıdır”. Her parçanın kimliği öyle bir birleşime uğrar ki kendi bireyselliklerini tamamıyla yitirirler.
22. Bilinçliyi bilinçli olmayandan ayıran şey, nöron bileşenleri arasındaki B-E Yoğunluğudur.
23. Bir iş esnasında durup dalgınlıkla geçirdiğim anlar bilincin sınır bölgelerinde “zihnin alacakaranlığı” denen bölgede bulunurum. Ve bir çok olasılığı birinin üzerinde özellikle durmaksızın seyrederim/yaşarım. Bir an gelir bedenimde meydana gelen rahatsızlık beni yoğunlaşmaya kışkırtır. Gerilimden kurtulmak için yoğunlaşır ve bir seçim yaparak “olası düşüncenin dalga fonksiyonunu çökertirim.”
24. Yani insan özgür iradeye sahiptir. Bedenimin rahatsızlık durumu, yalnızca seçim yapmamı gerektirdi; seçimin kendisi özgürdü. Rahatsızlık, seçimimin ne olacağının bağlayıcı ya da yönlendiricisi değildi.
25. Kuantum işlemlerinde, bir şeyin olabilme olasılığı, onun olabilmesi için gerekli enerjinin miktarıyla ilgilidir.

Üstüste Gelme
Kuantum kuramının belki de en garip (ve en çok itiraz alan) yönü bir sistemin aynı anda bir kaç farklı durumda bulunabilmesi. Parçacıklar doğal olarak böyle durumlara giriyorlar. Örneğin bir elektron tek bir noktada değil de değişik noktalarda aynı anda bulunabilir. Max Born 1926 yılında de Broglie dalgalarının fiziksel bir dalga olmadığını, bir olasılık dalgası olarak yorumlanması gerektiği düşüncesini ortaya attı. Buna göre parçacıklar de Broglie dalgasının bulunduğu her yerde bulunur, bunlar dalganın güçlü olduğu yerlerde yüksek olasılıkla, zayıf olduğu yerlerde de düşük olasılıkla bulunuyor. Böylece parçacığın konumu doğal bir belirsizlik taşır. Max Born bu çalışmasından ötürü 1954 yılında Nobel ödülünü kazandı. Erwin Schrödinger, üst üste gelme ilkesinin yarattığı gariplikleri en açık biçimde ortaya koyan bir düşünce deneyi tasarladı. Schrödinger’in kedisi olarak bilinen bu deneyde bir kedi aynı anda hem diri hem de ölü olduğu bir duruma sokulabiliyordu. Hem mikroskopik ölçekte hem de bazı makroskopik cisimlerde var olduğu bilinen üstüste gelme olgusunun yorumu sürekli tartışma konusu olagelmiştir.




Schrödinger Denklemi

Bir kuantum sistemi hakkında bize her bilgiyi veren araç dalga fonksiyonu adı verilen bir fonksiyondur. Dalga fonksiyonunun uzaya ve zamana bağlı değişimini veren denklemi ilk bulan avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger’dir. Bu yüzden bu denklem Schrödinger denklemi adıyla
anılır. Schrödinger denklemine göre dalga fonksiyonunun zamana göre  değişimini Hamiltonian adı verilen bir operatör kontrol eder. Hamiltonian operatörü (bazan enerji operatörü adıyla da anılır) sistemin enerjisi ile yakından ilgilidir. Kuantum sisteminin sahip olabileceği enerji değerlerini
Hamilton operatörü belirler. Bunu veren denkleme de zamandan bağımsız Schrödinger denklemi adı verilir. Schrödinger denkleminin çözümü olan dalga fonksiyonunun karesi kuantum sistemi ile ilgili olasılıkları verir.

Tünelleme
Klasik fiziğe göre herhangi bir cismin kinetik enerjisi negatif olamaz. Dolayısıyla duvara attığım bir
top duvarı delmeden öteki tarafa geçemez; çünkü duvarın getirmiş
olduğu enerji engelini aşabilmek için klasik fiziğe göre duvarın içinden duvarı delmeden geçmek için negatif kinetik enerjiye sahip olmalıdır. Bu da klasik fiziğe aykırıdır. Kuantum kuramına göreyse bir enerji engelini aşmak için yeterli
enerjisi olmayan bir kuantum parçacığı, yine de bu engeli aşabilir. Yani engelin öteki tarafında bulunma olasılığı sıfır değildir. Kuramının tahmin ettiği ve doğruluğu deneylerle kanıtlanmış olan ve radyoaktivite gibi olguları açıklayan bu etkiye
tünelleme adı verilir.

Belirsizlik ilkesi

Kuantum kuramının belirsizlik ilkesi, bir parçacığın bazı farklı özelliklerinin ikisinin de kesin olarak belirlenemiyeceğini söyler. Örneğin bir parçacığın konumuyla momentumu (momentum bir cismin kütlesiyle hızının çarpımıdır) aynı anda tam olarak ölçülemez. Kuantum kuramına göre parçacığın bu iki özelliğindeki belirsizliklerin çarpımı en az Planck sabiti h=6,626x10-34 J.s kadardır. Konumu belli bir anda kesin olarak bilinen bir parçacığın momentumu sonsuz belirsizliktedir ve bu yüzden parçacık kısa sürede o noktadan ayrılır ve uzaya dağılır. Benzer şekilde momentumu kesin olarak bilinen bir parçacığın konumu sonsuz belirsizliktedir, yani böyle bir parçacık uzayın her köşesinde bulunabilir. Bu nedenle doğada rastlanan parçacıkların bulunduğu kuantum durumlarında parçacıkların hem konum hem de momentumu bir miktar belirsiz olmak zorunda. Alman fizikçi Werner Heisenberg,
ünlü mikroskop örneğini bu ilkeyi açıklamak için geliştirdi. Bir parçacığın yerini "görerek" ölçmeye çalıştığınızı düşünün. Böyle bir ölçümde parçacığın üzerine ışık göndermek, dolayısıyla parçacıkla etkileşmek gerekir. Bu bile parçacığın konumunu tam olarak belirlemeye yetmez. Bu ölçümde en azından kullanılan ışığın dalgaboyu, l, kadar bir hata yapılır. Bunun yanı sıra ışık parçacıkla etkileştiği için ölçüm, parçacığın hızında bir değişmeye de neden olur. Işık parçacığa çarpıp yansıdığı için en az
bir fotonun momentumu parçacığa aktarılır. Parçacığın momentumu ölçümden
önce tam olarak bilinse bile, konumun ölçülmesi parçacığın momentumunu h/l kadar değiştirir. Bu nedenle, parçacığın yerini daha iyi belirlemek için daha kısa dalga boylu
ışık kullansak bile, ölçümümüz momentumdaki belirsizliği artıracak, ama her durumda ikisinin belirsizlikleri çarpımı en az h kadar olacaktır.






De Broglie Dalgası


1923 yılında aristokrat bir aileden gelen Fransız fizikçi Louis de Broglie ışığın bazen dalga bazen de parçacık gibi davranmasından esinlenerek, diğer parçacıkların da dalga yönleri olabileceği savını ortaya attı. Buna göre momentumu p olan bir parçacığa dalgaboyu l=h/p olan bir dalga eşlik ediyor ve parçacığın özelliklerini
tamamlıyordu. Nasıl bir gitar teli uzunluğuna bağlı olarak sadece belli frekanslarda titreşiyorsa, atomun çevresinde dolanan bir elektronun de Broglie dalgası da sadece belli dalgaboylarına sahip olmalıydı. Bu çeşit bir dalga 1913 yılında Bohr’un hidrojen atomundaki elektronların enerji seviyelerini bulduğunda yaptığı varsayımları açıklıyordu. Makroskopik cisimlerin momentumları çok daha büyük olduğundan, de Broglie dalgasının dalgaboyu ölçülemeyecek kadar küçüktür. Bu nedenle makroskopik cisimlerin dalga özellikleri gözlemlenemez. De Broglie’nin bu çalışması, kendisinin 1929 yılında aldığı dışında iki Nobel ödülü daha üretti. 1926’da
Avusturya’lı fizikçi Erwin Schrödinger, de Broglie’nin çalışmasını genişleterek kuantum kuramının temel denklemini elde etti ve 1933’te Nobel ödülünü aldı. 1927 yılında birbirlerinden bağımsız olarak ABD’de Davisson ve Germer, İngiltere’de de
Thomson, bir kristale gönderilen elektronların tıpkı dalgalar gibi kırınıma uğradıklarını gösterdiler. Davisson ve Thomson da 1937 yılında Nobel aldılar.

Kuantum Alan Kuramı


Kuantum kuramına göre, uyarılmış durumdaki bir atom en düşük enerjili duruma ne zaman olacağı tahmin edilemeyen bir anda dışarıya bir foton atarak geçer. ‘Dışarıya atılan foton o andan önce neredeydi?’ sorusunun yanıtıysa ‘hiçbir yer’dir. Foton
geçiş anında yaratılır. Yine önceden bilinemeyen bir anda radyoaktif bir çekirdek beta bozunumuna uğrar; yani bir başka çekirdek, bir elektron ve bir nötrinoya bozunur. ‘Bu andan önce electron ve nötrino neredeydiler?’ sorusunun yanıtı yine ‘hiçbir yer’dir. İkisi de bozunum anında yaratılır. Bir atom bir fotonu soğurur ve uyarılmış bir duruma geçer. ‘Soğurmadan sonra foton nerede?’ sorusunun yanıtı yine ‘hiçbir yer’. Foton artık yok. Peki parçacıkların nasıl yaratılıp nasıl yok olduklarını açıklayan bir kuram var mı? Evet kuantum alan kuramı. Kuantum alan kuramı fotonlar, elektronlar,pozitronlar, protonlar, nötronlar, mezonlar ve diğer her tür parçacığın
yaratılışı, yok edilmesi ve şaçınması ile ilgili olasılıkları hesaplamak için kullanılan bir dil, bir tekniktir. Kuantum alan kuramının ortaya çıkmasına yol açan soru atomların uyarılmış durumlardan dışarıya bir foton atarak en düşük enerjili duruma nasıl geçtiği
ya da sıçradığıdır. Einstein bunun için 1916 yılında bir mekanizma önerdi fakat nicel bir sonuç bulmak için gerekli yöntemleri geliştiremedi. Daha sonraları bu problemi çözmek için özel görelilik kuramı ile kuantum kuramının bir araya getirilmesinin gerektiği anlaşıldı ve çabalar bu yöne yoğunlaştırıldı. Relativistik (göreli) kuantum kuramını kurma yönünde ilk önemli adım 1926 yılında İngiliz fizikçi Paul Dirac’tan geldi. Dirac, Schrödinger denklemine benzer ve günümüzde Dirac denklemiadıyla anılan relativistik bir denklem geliştirdi. Bu denklem negatif enerjil parçacıklar gibi bir takım anormalliklere yol açtı. Zamanla bütün bu problemlerin çözümünün farklı bir
bakış açısı gerektirdiği anlaşıldı. Çözümün, alanların, örneğin Maxwell’in elektromanyetik alanının, kuantum kuramının kurulmasında yattığı ortaya çıktı. O ana kadar alanların ve parçacıkların birbirlerinden farklı ve bağımsız olgular olduklarına inanılıyordu. Kuantum alan kuramıyla birlikte, alanlarla parçacıkların aynı olgunun
iki farklı görünümü olduğu kanıtlandı. Her temel parçacığı bir kuantum alanı temsil eder. Ya da başka bir deyişle her temel parçacık bir kuantum alanının kuantumudur. Örneğin fotonlar elektromanyetik alanın, elektronlar bir Dirac alanının, nötrinolar
bir başka Dirac alanının, gluonlar güçlü etkileşimi ileten kuantum alanının, Higgs parçacığı Higgs alanının temel kuantumudur. Ne kadar temel parçacık varsa o kadar da kuantum alanı vardır. Kuantum alan kuramı maddenin doğasıyla ilgili bir çok temel sorunun çözümünü bulmuş olmasından dolayı kendine fizikte çok önemli bir yer
edindi . Kuantum alan kuramı Dirac denkleminde ortaya çıkan negatif enerjili parçacıkların aslında negatif enerjili olmadıklarını, onların pozitif enerjili antiparçacıklar olduklarını gösterdi. Neden iki temel parçacık türü (fermiyonlar ve bozonlar) olduğunu, ve bu parçacıkların özellikleriyle spinleri arasındaki ilişkiyi açıklamayı başardı. Bütün temel parçacıkların; örneğin fotonların, elektronların,
pozitronların, kuarkların, gluonların ve diğerlerinin nasıl ortaya çıkıp nasıl yok olduklarını açıkladı. Özdeş parçacıkların, örneğin iki elektronun, neden özdeş olduklarını ( aynı kuantum alanının kuantumları oldukları için)
gösterdi. Kuantum elektrodinamiği elektrik yüklü temel parçacıkların,
örneğin elektronların, etkileşmesinin kuramıdır. Etkileşimi ileten eletromanyetik
alandır. Elektrozayıf etkileşimin alan kuramı elektrodinamikle zayıf etkileşimin birleştirilmiş kuramıdır. Bu birleştirilmiş kuramda etkileşimi ileten parçacıklar fotonlar ve W+ W- ve Z0 parçacıklarıdır. Güçlü etkileşimi açıklayan alan kuramı ise kuantum renk dinamiğidir. Bu kuramda temel parçacıklar kuarklar ve gluonlardır. Elektrozayıf etkileşimin kuantum alan kuramıyla kuantum renk dinamiğine birlikte standart model adı verilir. Standart model şu ana kadar yapılmış olan temel parçacıklarla ilgili bütün deneyleri başarıyla açıklamış bulunuyor. Buna rağmen fizikçiler standart modeli yetersiz buluyorlar. Bunun nedeni bu kuramın temel parçacıkların kütlelerinin, yüklerinin ve diğer özelliklerinin neden ölçülen değerler olduğunu, neden bu
değerlerin kuantize olduğunu, yani sadece belli değerler ve onların tamsayı katları olduklarını açıklayamıyor. Bir başka sorun ise kütle çekiminin kuantum kuramının hala kurulamamış olması.

Spin

Parçacıkların uzaydaki doğrusal hareketleri dışında kendi iç dinamikleriyle ilgili hareketleri de vardır. Bu  parçacıkları noktasal değil de küçük kürecikler şeklinde düşünürsek, bu kürelerin kendi çevrelerinde dönmeleri de etkileri gözlemlenebilen bir
hareket şeklidir. Bu hareket için İngilizcede kendi etrafında dönme anlamına spin denir. Spin de bir açısal momentum türüdür. Fakat kuantum kuramı bazı parçacıkların (elektronlar gibi) spinlerinin gerçekten böyle bir dönme sonucu oluşamıyacağını söylüyor. Buna rağmen dönme benzetmesi bir çok açıdan iyi bir açıklama biçimi gibi görünüyor. Kuantum kuramına göre spini solan bir parçacığın spin durumu sadece (2s+1) değişik değer alabilir ya da bu (2s+1) durumun üstüste gelmesiyle oluşabilir. Elektron, proton ve nötronların spinleri s=1/2 dir. Yani
bu parçacıklar uzaydaki hareketlerinin dışında 2 değişik durumda da bulunabilirler. Zayıf etkileşimi ileten W ve Z parçacıklarının spini 1’dir. Bunlar da 3 değişik durumda
bulunabilirler. Fotonlarsa ışık hızında hareket ettikleri için spinleri 1 olmasına karşın sadece iki farklı spin durumunda bulunabilirler. Bunların dışında bir kaç parçacıktan oluşmuş birleşik sistemlerin spini de hesaplanabilir. Örneğin helyum-4 atomunun
spini 0 olarak hesaplanabiliyor. Spini olan bir çok parçacık spinlerinin yönüne bağlı olarak uzayda manyetik alan oluştururlar. Bu anlamda bu tip parçacıkları küçük birer mıknatıs olarak da düşünmek mümkün. Eğer elektronlar bir manyetik alandan geçirilirlerse, kendi mıknatıslıklarının yönüne bağlı olarak değişik yönlere sapmaları gerekir. 1921 yılında Stern ve Gerlach bu deneyi yaparak elektronların sadece iki değişik yöne saptıklarını, böylece bu parçacıkların sadece iki farklı spin durumunda bulunabildiklerini göstererek kuantum fiziğinin en güçlü kanıtlarından birini elde ettiler.

Klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki fark nedir?
Klasik fizik ile Kuantum fiziği arasında birçok fark vardır. Bunlar kısaca:
  1. Klasik fizikte uzay ve zaman süreklidir. Kuantum Fiziğinde  süreksiz ve kesiklidir. Bu bakımdan Klasik fizikte nesnelerin özellikleri sürekli birer değişkendir. Oysa ki Kuantum Fiziğinde tüm bu değişkenler süreksiz olup ani sıçrayışlarla bir durumdan diğerine geçiş olur.
  2. Klasik fizikte determinizm yani “belirlilik” vardır. Oysa ki Kuantum fiziğinde olaylar determinist olarak gelişmezler. Daima belli bir olasılık yüzdesi bulunur.
  3. Klasik fizikte bulunan determinizm nesnellikle el ele gider. Yani, nesnelerin birbirlerinden bağımsız oldukları ve her bir nesnenin çevresinden yalıtılarak incelenebileceği inancı ve görüşü vardır. Oysa ki Kuantum Fiziğinde nesneler birer enerji dalgası olarak görüldüğünden klasik anlamda “nesnellik” kaybolmaktadır. Yerine bütünsel bir etkileşim ve evrende sıçramalarla değişim kavramları ileri sürülmektedir.
  4. Kuantum Kuramı gözlenen ile gözleyeni ayrı saymaz. Yani, biri diğerini etkileyip değiştirebilir. Bu bakımdan bağımsız nesne kavramı yok olduğu gibi etki edip dönüştürme yeteneğinin sadece canlılara ait olmadığı da söylenebilir.
Gelişmeler
§  1897: Pieter  Zeeman, ışığın bir atom içindeki yüklü parçacıkların hareketi sonucu yayımlandığını buldu; J.J. Thomson da, elektronu keşfetti.
§  1900: Max Planck, karacisim ışımsını  kuantumlanmış enerji yayımı ile açıkladı, kuantum kuramı böylece doğmuş oldu.
§  1905: Albert Einstein  dalga özellikleri olan ışığın aynı zamanda, daha sonra foton diye adlandırılacak olan, belirli büyüklükte enerji paketlerinden oluştuğu düşüncesini ortaya attı.
§  1911-1913: Ernest Rutherford, atomun çekirdek modelini oluşturdu. Bohr ise atomu bir gezegen sistemi gibi betimledi.
§  1923: Arhur Compton, X - ışınlarının elektronlarla etkileşimlerinde minyatür bilardo topları gibi davrandıklarını gözlemledi. Böylece ışığın parçacık davranışı hakkında yeni kanıtlar ortaya koydu.
§  1923: [[Louis de Broglie], dalga-parçacık ikiliğin genelleştirdi.
1924: Satyendra Nath Bose-Albert Einstein, kuantum parçacıklarını saymak için, Bose-Einstein istatiği  diye adlandırılan yeni bir yöntem buldular.
Kuantum Mekaniğinin Uygulamaları
Kimyasal ve fizik bilimlerinin temelleri şu temel araştırma alanları üstüne kuruludur:
1.    Klasik Mekanik
2.    Kuantum Mekaniği
3.    Termodinamik
4.    Elektromanyetik Kuramı
5.    Kimyasal Kinetik
6.    Akışkanlar Mekaniği
7.    İstatistiksel Mekanik
8.    Optik.
Diğer tüm Fizik-Kimya dalları bu temel düzeneklerin uygulamalarıdır. O halde bunlara "saf", diğerlerine "uygulamalı" Fizik-Kimya gözü ile bakılabilir. Kuantum mekaniği'nin mikro-sistemlere uygulanması ile şu uygulamalı Fizik-Kimya dalları türetilmiştir:
1.    Kuantum Kimyası: Atom ve moleküllerin kuantum mekaniği (Fizik'te genelde Atom ve Molekül Fiziği ismi tercih edilir)
2.    Nükleer Kimya (Fizik): Çekirdeğin kuantum mekaniği
3.    Parçacık Kimyası (Fiziği): Atomaltı parçacıkların kuantum mekaniği
4.    Katı Hal Kimyası (Fiziği): Katı halin kuantum mekaniği
5.    Sıvı Hal Kimyası (Fiziği): Sıvı halin kuantum mekaniği
6.    Plazma Kimyası (Fiziği): Plazmanın kuantum mekaniği
7.    Anorganik Kimya, Organik Kimya, Biyokimya: Bunlar da temel uygulama dalı olan Kuantum Kimyası'nın özel olarak -sırasıyla- anorganik, organik ve biyomoleküllere olan uygulamasıdır.
Fotokimya ve Fotofizik, Yüzey Kimyası, vb pek çok dal da kuantum mekaniğinden uygulamalar içermektedir.
Kuantum mekaniği her ne kadar çok küçüklerin dünyasını modelleyen bir kuram olsada uygulama alanları gerek dolaysız gerek dolaylı yollarla çok geniştir. Kuantum mekaniği biyoloji, malzeme bilimi, elektronik gibi birçok alanın günümüzdeki anlamına kavuşmasını sağlamıştır.
LASER, MASER, yarı iletkenler gibi günümüzün olmazsa olmazlarının icatları, kuantum mekaniği sayesinde mümkün olmuştur. Ayrıca elektron mikroskobu, atomik kuvvet mikroskobu, taramalı tünellemeli mikroskop gibi biyoloji ve nanoteknolojik uygulamaların olmazsa olmazları; PET-Scan (Positron Emmission Tomography), MRI (Magnetic Resonance Imaging), Tomografi gibi tıbbi görüntüleme cihazları yine kuantum mekaniğinin bize gösterdiği belli doğa olgularını kullanarak çalışırlar. Yine tıp, nanoteknoloji, elektronik gibi birçok alanda sayısız kullanımı olan fiberler kuantum mekaniğinin doğrudan uygulamasına örnektir. Modern kimya, kuantum fikirleri üzerine inşa edilmiş ve çok karmaşık moleküllerin yapıları bu sayede anlaşılmıştır
Kuantum mekaniği çok sağlam matematik temelleri üzerine kurulmuştur. Sistemlerin doğası bu matematikle modellenir. Ancak başlı başına bu modelleme kuantum mekaniğinin temel kavramlarının çözümlenmesinde yetersizdir. Örnek verecek olursak,   bir dalga fonksiyonudur. Bu dalga fonksiyonunun mutlak karesinin ise olasılık genliği olduğu ise bir yorumdur. Eğer bu yorumu araştırır ve genel bir çerçeveye oturtmak istersek, o zaman, kuantum mekaniği felsefesi yapmış oluruz.
Kuantum mekaniği tamamlanmış bir teori midir
Kuantum mekaniğinin temelleri; 1927 yılından, yani Heisenberg belirsizlik ilkesinin formule edildiği yıldan bu zamana dek hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Kuantum mekaniğinin uzantısı olarak ortaya çıkan teorilerde ortaya çıkan kavramlarda bildiğimiz kadarıyla bu temel ilkelerde değişiklik yapılmasını gerektirmezler. Kuantum mekaniği doğduğu andan itibaren temel ilkelerin anlaşılması bakımından büyük tartışmalara yol açmıştır. Bu tartışmalardan biride halen daha önemini yititmemiş "EPR Paradoksu", A. Einstein, B. Podolsky ve N. Rosen tarafından 1935 yılında ileri sürülmüş; "Doğanın Kuantum Mekaniksel Tasviri Tamamlanmış Kabul Edilebilir mi?" yayınlanmış makalede dile getirildi. EPR makalesi bir fizik teorisinin tamamlanmış kabul edilebilmesi için iki temel koşulu yerine getirmesi gerektiğini söyler. Bunlar;
1.    Teorinin doğruluğu
2.    Teorinin tamamlanmışlığı
EPR makalesine göre teorinin doğru olarak nitlendirilebilmesi için teorinin deney sonuçlarıyla uyumluluğu göz önüne alınmalıdır. Bu bakımdan kuantum mekaniği deneylerle büyük bir uyum gösterdiği için doğru kabul edilir. Teorinin başarısı için gerekli olan diğer koşul olan tamamlanmışlık için ise makalede şu koşul verilmiştir:
"Bir fizik kuramında, her fiziksel gerçekliğe karşılık olan bir öğe bulunmalıdır."
Bu ifade ileriki bölümlerde detaylı olarak ele alınacaktır. Makalede fiziksel gerçeklik şu şekilde tanımlanmıştır:
"Bir fiziksel niceliğin değerini, dinamik sistemi herhangi bir biçimde bozmaksızın kesinlikle tahmin edebiliyorsak, o zaman, fiziksel gerçekliğin, bu fiziksel niceliğe karşılık olan bir öğesi vardır."
Fiziksel niceliğin kesin bir değerini, dinamik sistemi bozmadan teoride elde edebiliyorsak, o zaman, teoriden hesap ile elde edilen bu kesin değer fiziksel gerçekliğin bir öğesine karşılık gelecektir. Ancak fiziksel gerçekliğin bütün öğelerinin fizik teorisinde karşılıklarının bulunması gerektiğine dair bir koşul ileri sürülmemiştir. Bu nedenle, "EPR'ye göre doğru olan teorinin aynı zamanda tamamlanmış olması gerekmez.